29.10.2018 / Çanakkale – Bir umut ışığı ile başlayan bir kıvılcım en büyük hayallere giden yolu aydınlatacak lambayı yakmak için yeterlidir bazen. Biz de bu akşam yanımızda sadece oltalarımız ve bir kıvılcım kadar umut ışığı alarak çıktık limandan. Hedefimizde sadece büyük balıklar değil hayallerimiz, amaçlarımız, uğruna emek verip ter döktüğümüz işin sonucunu almak vardı. Denize çıktığımızda baş başa kalmıştık bir kez daha ayın ışığının altında umutlarımızla elimizde oltalarımızla. Umutlarımızın bizi hayallerimize götürme potansiyeli olan bu taşlı yolda sadece oltalarımız vardı elimizde umut kıvılcımlarının yaktığı feneri tutmamızı sağlayacak. Ay bizi selamlarken bu düşünceler içinde gagalı kalamar zokalarımızı oltalarımızın ucuna taktık ve yemlerimiz teknenin 30 metre arkasından bizi takip edene kadar boşlayıp Çanakkale’nin Ay ışığı tarafından kutsanan kıyılarında ağır ağır ilerlemeye başladık. Hedefimizde gecenin sahipleri Ay’ın çocukları kalamarlar vardı. Ay gökyüzünde hiç olmadığı kadar emin adımlarla yükselirken biz de huzur içinde gecenin karanlığında yol alıyorduk. Çok geçmeden ilk kalamarı almayı başardık. Teknenin yanına yaptığımız özel livar sayesinde kalamarı yaşatmaya çalışacaktık. Bu dev gözlü kalamarı livara atıp yola devam ettik. Hayal çakmağını yakmaya başlamıştık bu ilk kalamarla. İlk kıvılcımlar Ay’ın bütün güzelliği altında gecenin zarafetini süslüyordu, bizi hayallerimize götürecek olan yolu aydınlatacak lambayı yakmak için yeterli bir kıvılcım değildi belki bu ilk kalamar ama umutlarımızı güçlendirmişti. Gecenin içinde zihinlerimizi aydınlatmıştı. Yola devam ederken bir kalamar daha aldık ve o da teknenin yanındaki livara arkadaşının yanına gitti hiç itiraz etmeden çünkü biliyordu kendi önemini o küçük kalamar. Bizim hayallerimize giden yolda onun kıvılcımı bizim çakmağımızı yakacaktı. Büyük balığa giden yolda ne kadar önemli bir unsur olduğunu biliyordu o küçük kalamar. Büyük bir asaletle ve gururla girdi o yüzden livara arkasına bakmadan Ay’a son bir bakış attı ve arkadaşının yanına doğru usulca yüzdü. Biz ise zihnimizi hedefimizden hayallerimizden, gözlerimizi ve ellerimizi de oltalarımızdan ayırmadan yola devam ettik. Gidiyorduk nereye gittiğimizi bilmeden ama biliyorduk neden gittiğimizi: Kalamar tutacaktık. Tutmalıydık. Bulmalıydık o onurlu kalamarları bizim oltamıza gelme şerefine erişen. Bir süre daha yol yaptıktan sonra çok uzaklaştığımızı fark edip geri dönmeye karar verdik. Dönüş yolunda da önde biz, 30 metre arkamızda da kalamar zokalarımız gecenin sessizliğini yararak ilerliyorduk tıpkı tepelerin sessizliğini bozan bir şelale gibi. Akıyorduk onun gibi bir amaç uğruna. Amaç olayın ta kendisiydi. Gitmek kalamar tutmak için sahip olabileceğimiz en iyi şanstı gagalı kalamar zokalarıyla sırtı çekerken. Ve bir kalamar daha aldık. Diğerleri gibiydi bu da. Büyük bir asaletle geldi tekneye, onurlu bir amaç uğruna yakalanmıştı. Şerefiyle ve bütün namusuyla. Livara girerken o da arkadaşlarının yanına bembeyaz bir renge dönüşen gövdesi biliyordu Ay’ı tekrar eskisi gibi göremeyeceğini ve o yüzden almıştı onun rengini. Bu kalamardan sonra biz de kalamar avını sonlandırmaya karar verdik ve yakaladığımız bu kalamarların bizim için gereken kıvılcımı yakabileceğine olan inancımızı hiç kaybetmeden geri döndük. Ertesi gün güneş doğmadan Ay hala gecenin asil karanlığına hükmediyordu eşi benzeri görmemiş bir kararlılıkla. Aydınlatıyordu kristal sularını Ege’nin kıyılarında asırlar önce Afrodit’in saçlarını aydınlattığı gibi. Biz de bu muhteşem ortamda gece yakaladığımız kalamarları canlı olarak büyük balığa indirmek için yola koyulduk. Karanlık dalgaları azimle yararken gözümüz ufuktaydı ve elimizde olan kıvılcımın bizi hayallerimize götürecek olan ışığı yakacağı inancıyla kararlılıkla gidiyorduk Ege’nin devlerinin yaşadığını inandığımız bir yere doğru. Bu gidişte hem amacımız hem de hem de nedenimiz belliydi. Kıvılcımlarla yakmayı başarmıştık elimizdeki feneri. Şimdi tek yapmamız gereken o fenerle bizi hayallerimize götürecek olan yolu bulmaktı. Durduğumuzda hiç vakit kaybetmeden canlı sübye takımlarımızı hazırlayıp livardan çıkardığımız yarı baygın haldeki şerefli ve onurlu kalamarlardan birisini takımımıza taktık ve karanlık sulara gönderdik. İlk başta hiçbir vuruş gelmedi. Normalde yemlerimizi tırtıklayan küçük canavarlardan eser yoktu. Bir süre bekledikten sonra sonarda bir sürü belirdi. Bu balıklardan birinin yeme ya da kurşuna çarptığını hissetsek de yemimize ilgi gösteren olmadı. Bir süre daha bekleyip sonuç alamayınca kalamarımızı yukarı çekerek başka bir meraya doğru yola koyulduk. Hayallerimize giden yolu arıyorduk. Tekne durduğunda kalamarın hala görevinden dolayı sübye takımında büyük bir ciddiyetle parladığını görünce takımımızı bir kez daha dibe indirdik ve çok geçmeden o muhteşem büyülü vuruş geldi. Kalamarımız görevini yerine getirmişti. Hayallerimize giden yolu aydınlatacak lambayı yakacak kıvılcımı yakmış ve bizi doğru yola kadar getirmişti. Şimdi o yoldan gitmek gerekecekti. Yemi yutmuş olan balık tasmayı vurmamızla beraber bütün gücüyle fişekleyip makinamızın mükemmel iyi ayarlanmış kalamasını yakmaya başladı. Bir süre fişekleyen balık yorulma emareleri göstermeye başlayınca yavaş yavaş balığı pompalayarak çekmeye başladık. Balığı dipten biraz kaldırmıştık ki balık fişeklemeyi yine hatırladı ve ipimizi makinamızdan boşaltmaya devam etti. Balığın kaçışı biraz güç kaybedince artık balığın iyice yorulduğunu düşünüp tekrar çekmeye başladık. Balığı orta suya kadar çekmiştik ki balık nereden geldiğini bilmediğimiz bir enerjiyle tekrardan dibe basmaya başladı ama bu çok uzun sürmedi. Artık bu mücadele döngüsünü kontrol altına almamızın zamanı gelmişti. Ağır ve emin hareketlerle bu iri balığı çekmeye pompalayarak yukarı doğru çekmeye başladık. Tekneye getirdiğimizde bunun kocaman bir sinarit balığı olduğunu fark ettik. Hızlıca hataya fırsat vermeden müthiş güzellikteki balıkların balığını tekneye almayı başardık. Sadece kocaman bir dev değil, hayallerimizi de çekmiştik biz karanlık suların diplerinden. Muhteşem sinarit balığına bakmaya doyamayarak birkaç fotoğraf çektik ve livarda iki şerefli, namuslu kalamarın kendilerine görev vermemizi beklemelerine rağmen bu muhteşem sinarit balığının yeterli olduğunu düşünüp limana doğru yola koyulduk. Sadece bir umut ışığı ve oltalarımızla çıktığımız bu maceradan hayallerimizle, uğruna emek verip ter döktüğümüz işin sonucuyla, rüyalarımızı süsleyen güzellikle ve iki tane asil namuslu şerefli kalamarla dönüyorduk. Bu Ege’nin kristal sularının kralı sinarit balığını yakalamızı sağlayan görev bilinci olan asil kalamara ve bu avın gerçekleşmesindeki emekleri ve çabalarıyla bize hayallerimize giden yolda rehberlik eden “Kaptan”a sonsuz teşekkürler. Oltanız suda balığınız bol olsun.
Okuma Sarasota 180cm 20-50lb
Okuma Azores Blue-4000
Sea Knight Monster W8 0,23mm + Take Akashi Fluorocarbon
0,50mm
Canlı Sübye Takımı + Canlı kalamar
300gram kurşun